10 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 Sayılı İş Kanunu ile iş güvencesini
büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. 10 veya daha fazla işçi çalıştırılan iş yerlerinde uygulanması hükmü, 30
veya daha fazla işçi çalıştıran iş yerleri olarak değiştirilmiştir. İş güvencesi kapsamında olmak için öncelikle otuz veya daha fazla
işçiyi bir hizmet akdine
dayanarak çalıştıran iş yerlerinde çalışma şartı aranmıştır.
|
||
|
2002 yılında kamudaki toplam taşeron işçisi 20 bin
civarında iken, 2011 yılı başı itibariyle kamuda çalışan taşeron işçi sayısının belediyelerle birlikte
300 bini aştığı tahmin edilmektedir.Bu taşeron altında çeşitli alanlarda çalışan işçiler asgari ücret alıyor gösterilirken, aslında en fazla alan 700 tl
alıyor, seslerini bile çıkaramıyor alınan haraça. ve 12. ayın sonunda giriş çıkış yapılarak sigortası yapılmıyor ve kıdem tazminatına hak kazanamıyor.
Tüm bunlar iktidarın ve sendikaların gözü önünde ola geliyor. Kademe kademe
tüm sendikalar ele geçirilmiş, ele geçirilemezse müstakil sendikalar kurularak işçilere bu sendikalara üye olmaları
yönünde baskılar yapılmış, Asgari Ücret komisyonlarına da bu sendikalar alınarak, çoğunluk oluşturulmuş, komisyonlarda iktidar ile bu sendikalar paslaşarak pazarlık sadece ücrete
endekslenmiş ve %3-%6 aralığında komik rakamlarla tiyatrolar
sergilenmiştir. Özlük
hakları, iş güvencesi, çalışma koşulları ve benzeri hususlar göz ardı edilmiştir.
|
|
Geri kalan hususlarda teftiş kurulları ilk önce Mali Kontrol Yasası ile budanmak istenmiş, 1994 yılında Tansu Çiller hükümeti
döneminde yayımlanan genelgeler iptal edilmiş, teftiş kurulları baskı
altına alınarak denetim engellenmiştir.
Mevcut iş Kanununa göre
kıdem tazminatını ödeyerek gerekçesiz olarak işi feshetme, işten çıkarma
yetkisi tanınmış, işçinin tamamen sömürülmesine yol açan
bir uygulamaya geçilmiştir.
|
||
1 Ekim 2008’de yürürlüğe giren 5510 Sayılı SSGSS Kanunu’na göre emekli maaşları yıllık bağlanma oranlarının kademeli olarak düşürülmesi hedeflenmiştir. Buna göre örneğin Emekli Sandığı’na bağlı olarak çalışan bir kamu
emekçisinin 5510 sayılı Kanun yasalaşmadan önce emekli olduğunda emekli maaşı bağlama oranı yıllık yüzde 3 iken,
yasadan sonra 2016 yılına kadar yüzde 2,5 oranına, 2016 sonrasında ise yüzde
2’ye düşmüştür. Buna göre 5510 Sayılı Kanun’un
getirdiği değişiklik nedeniyle kamu emekçilerinin emekli maaşlarındaki düşüş oranı yüzde 33’ü bulmaktadır.
5510 Sayılı Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile kadınlar için 58, erkekler için 60 olan
emeklilik yaşı 1 Ekim
2008’den itibaren işe girenler için
geçerli olmak üzere hem kadınlar, hem de erkekler için 65’e çıkarılmıştır. Üstelik emekliliğe hak kazanabilmek için daha önce 7
bin gün olan prim ödeme zorunluluğu 7 bin 200 güne çıkarılmıştır. 5510 öncesinde işten çıkan sigortalının önceki yılda 90 gün prim ödemişse kendisinin, 120 gün prim ödemişse kendisi ile birlikte geçindirmekle
yükümlü olduğu aile
fertlerinin sigortalı niteliği sona erdikten itibaren 6 ay süreyle tedavi olabiliyorken, işten çıkan sigortalıların bu hakkı
ortadan kaldırılmış ve 6 aylık süre
3 aya düşürülmüştür.
|
||
|
Kaldı ki bir çok kurum ve kuruluş 65 yaşa çıkarılan
emeklilik yaşını hesaba
katmadan yaş+hizmet 84 veya
92 gibi formüllerle personelini emekliliğe zorlamıştır.
5510 sayılı Kanun eğer o zaman değişmeden uygulanırsa 1.5.2008’den sonra
sigortalı olanlar ve olacaklar nasıl emekli olacaklar? Hâlâ işverenin lütfunda olan kıdem tazminatı
sağlam bir güvenceye
konulamadı. 10 işçiden sadece bir
işçi kıdem tazminatı
alabiliyor. 4857 sayılı Kanun çıkalı 10 yıl oldu ve kıdem tazminatı fonu hâlâ
düzenlenmedi. Şu anda işçiler, çalıştıkları her yıl için 1 brüt maaş kıdem almaya hak kazanıyor.yeni
tasarı ile buna da göz dikilmiş durumda.
|
|
Şimdi diyoruz ki soma, ermenek, gölcük
tersaneleri, asansör faciası, inşaat işçileri
ölüyor..Dualar ediyoruz, anlı şanlı devlet büyükleri başsağlığı diliyor, gövde gösterisi yapıyor,
bu yerlerin taşeronlarının
neredeyse tamamı akp çevresindeki kişilerden oluşuyor, ki tamamen
akp ve iktidarın gücünün fütursuzluğuyla çalışıyor, işçi çalıştırıyorlar, denetlemeyi engelliyorlar, çalışma güvenliği gibi en temel unsurları yerine
getirmiyorlar.Zaman geçiyor, ölümler devam ediyor, değişen bir şey yok.
Ama sevgili halkıma yakışır. Hadisi şerif vardı. Her
toplum layık olduğu şekilde yönetilir. İşçilerin 70lerden bu tarafa tüm
kazanımları peyderpey 2002 den bu tarafa alındı, budandı.
Kazanan haklıdır, derler. İktidar sürekli kazandığına göre tüm bu işçi aleyhine düzenlemelere, ölüm değil sürekli cinayetler, 17 aralıkta farkına vardığımız yolsuzluk ve rüşvete karşın hala kazanıyorsa kazanan haklıdır,
dökülenler timsah gözyaşlarıdır...
|
29 Ekim 2014 Çarşamba
Yaşanan Kazaen Kazalara Dair...
27 Ekim 2014 Pazartesi
Öğretmenlere....
Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum, demiş Hz.Ali. Ne kadar önemli,
günümüzde ne kadar önemsiz. her alanda olduğu gibi özellikle 80 sonrası
bu alanda da çok kırılmalar oldu. Ne demiş şair? Her hızla kirleniyordu,
birinciliği beyaza verdiler.
Ali Rıza Binboğa'nın 70'ler de bir şarkısı var. Öğretmen öğretir, ilk öğretmenin kim
senin, kim öğretti alfabeyi, abece,öğretmen kutsaldır ana gibi, öğretmen
kutsaldır ana gibi.
Jön Türkler eğitim, sağlık ve adaleti 3 sac ayağı olarak tanımlamış, bir ulusun
ayakta kalabilmesi için iyi bir eğitim sistemine sahip olmasını ve
toplumun gelişmesinin bu sayede olacağını, toplumda adalet duygusunun
zedelenmemesini, adalete olan güven sarsıldığında toplumun temel taşlarının da
oynayacağını, sağlık sisteminin herkes için ve eşit şekilde olması gerektiğini, bu üç
alanda çalışanları bir nevi kutsal meslek sahipleri olarak görmüşlerdir.
|
24 kasımlar gelir geçer yıllardır, sıradan cümleler söylenir, ama ne
özlük haklarında ilerleme, ne de atama ve terfilerde adalet ve liyakat...ara
ki bulasın.
Önce eğitim sistemi aynı iktidar döneminde 12 yılda kaç kez değişti,
anımsamıyorum. Geçen sene Müdürlerin kadroları iptal edildi, tekrar peyderpey
atamalar yapılıyor, benim müdürüm dönemi. Şimdiler de taslak yönetmelikle öğretmenlere
zorunlu rotasyon yapılması gündemde. Teog'da olduğu gibi
Maaş da artış yok, özlük hakları geriliyor, ek ders aynı, Yıllar önce Kemal Sunal'ın
öğretmen filmindeki kareler halen geçerli. Özel ders vermeyen çok
sayıdaki öğretmen başka iş yapmak zorunda kalıyor, yada özel ders veriyor.
|
Eğitim demişken Anadolu Liselerin kontenjanları artırıldı, Ankara Atatürk Anadolu
Lisesinin 30'dan 34'e çıkarıldı, Yönetmelikle de geçişlerde taban
puan kısıtlaması kaldırıldı. Her lise Anadolu Lisesi yapıldı nerdeyse.
Kantite artınca kalite de artacak sanıyor bu beyfendiler. Oysa ki; bu kadar
üniversite açtılar, o kadar para döktüler, halen Dünyanın bırakın ilk 100'ü,
lk 500'e giren üniversiteleri yok..Beğenmedikleri ODTÜ ilk
100'de, Bilkent ve Boğaziçi'de..
Sevgili Öğretmenlerin Öğretmenler Günü Kutlu Olsun..
|
23 Ekim 2014 Perşembe
Yaklaş, Adnan (Orlando)" diye
fısıldadı Dağın
Yaşlısı(Hassan
Sabbah). "Daha yakına buraya otur."
Başları neredeyse aynı yükseklikteydi. Yüzlerinin
arasına sadece bir karış mesafe vardı. Quaim (Hassan Sabbah) şaşılacak denli güçlü sesle konuşuyordu: “Tanrı’ya inanıyor musun?”
"Sadece inanmakla kalmıyor, onu görüyorum
da" diye karşılık verdi Orlando.
"Onu görüyor musun?"
"Yarattıklarıyla her gün karşımıza çıkıyor."
"Demek bir yaratıcıya inanıyorsun!
Neden?"
"Bunu nasıl sorabilirsiniz? Göğü ve yeri ondan başka kim yaratabilir?"
"Demek her şeyin birileri tarafından bir zamanda yaratılmış olduğunu düşünüyorsun."
"Elbette, başka türlü nasıl olabilir ki?"
"Peki onu kim yarattı?"
"Kimi?"
"Yaratıcını?"
"Tanrıyı kimse yaratmamıştır. O her daim var olmuştur."
"Tuhaf" dedi Dağın Yaşlısı, "söz konusu Tanrı olduğu zaman, baş ve sonu olmayan, her zaman var olan
ve var olmayacak olan bir şeyi tasavvur etmekte güçlük çekmiyorsunuz. Ancak
sıra kainata gelince, onu yaratmış olan birisiyle ihtiyaç duyuyorsunuz. Sayısız
yıldızla dolu kainatın sonsuzluğuna bak. Ne zamana, ne mekana bağlı olmadan, ezelden beri var ve
sonsuza dek var olacak. Bir Tanrı olsa bile, böyle bir şeyin birisi tarafından yaratılmış olabileceğine aklın yatıyor mu gerçekten?"
"Ama Tanrı…"
"Kaşfol as-Rar, son sır işte bu: TANRI YOKTUR!
Tanrı sadece bir düşten ibarettir. Ancak insan düş görmek zorundadır, aksi taktirde
aklını yitirebilir. Biz hepimiz şifa bulmaz bir din budalasıyız.”
"Tanrı’nın varlığından şüphe mi ediyorsunuz?"
"Varlığından şüphe duymuyorum, onun varolmadığını biliyorum. Yüksek ateşten dolayı sayıkladığımı sanma sakın. Aklım başında. Şimdi beni iyi dinle!
Üç tür insan vardır:
Tanrı’yı arayan ve bulduktan sonra ona hizmet
edenler;
Tanrı’yı arayan ama bulamayanlar;
İhtiyaç duymadıkları için onu
aramayanlar.
İlk grup mutlu, ama mantıksızdır. Son
grup belki mutlu değildir, ama mantıklıdır. Durumu en kötü olanlar
ise ortadakilerdir, çünkü hem mutsuz, hem de mantıksızdırlar.”
"Tanrı’ya inanmanın mantıksızlık olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?"
"Var olmayan bir şeye inanmak mantıklı bir davranış mıdır?
Hayatta gerçekleştirilmesi en güç olan imandır."
|
"İman, gerçek olan her şeyi gerçek olmayana dönüştürür."
"Tanrı, varolan her şeyin yaratıcısıdır."
"O bizi değil, biz onu yarattık."
"Ya Muhammed ve İsa?"
"Onlar da bunu biliyordu. Sırra vakıf olmuşlardı."
"Yani Tanrı’nın varolmadığını bildiklerini mi
söylüyorsunuz?"
"Evet"
"Demek onların birer yalancı olduğunu düşünüyorsunuz?
"Hayır, onlar insana yalan söylemediler.
Onlara, insanlığa verilebilecek olan en değerli şeyi sundular: Ölümsüzlük hayali. Bunun yanında
gerçeğin
ne önemi kalır ki? Biz gerçeğe sahip olduğundan daha büyük bir önem veriyoruz. Bir düşüncenin gerçeğe dönüşmesinden daha büyük bir hayal kırıklığı var mıdır?"
"Nasıl olur? Tanrı uğruna yaşamlarını feda eden bunca insan, bir hiç uğruna mı öldü?"
"Tanrı uğruna savaşmak mümkün değildir" diye karşılık verdi Quaim. "Kuran’ın
yirmi dokuzuncu suresinde söyle yazmaz mı: ‘Allah uğruna savaşan, kendi ruhunun kurtuluşu için savaşmış olur. Allah, kendi yarattıklarına ihtiyaç
duymaz."
"Fakat neden?.."
"Yaşamın nasıl olması gerektiği konusundaki görüşlerimiz, yaşamın gerçekte nasıl olduğuyla örtüşmüyor. Etimizin yaşlanması, geçiciliği, çürümüşlüğün pis kokusu midemizi bulandırıyor. Demek insan
Tanrı’nın süretinde yaratılmış! Ne büyük bir yanılgı!
İnsan, varlığının sadece kısa süreli olduğunu kabul etmek zorunda değil. Suya ve havaya nasıl ihtiyaç
duymakta. Kendisini ölümsüzlük düşüncesine o denli ihtiyaç duymakta. Kendisini
koruyan yüce bir varlığa iman etmek, en zayıf insana bile muazzam bir
güç kazandırır. Mesela Tanrı’nın var olup olmaması değil. Esas önemli olan, ona duyulan
inanç. Dinler bu nedenle bu kadar büyük önem taşır. Onlar olmasaydı, insanın hayvandan farkı
olmazdı. Tanrının süretinde yarıldığı inancı insana onur ve sorumluluk duygusu
kazandırmıştır.”
Quaim bitkin bir ifadeyle sustu. Uzun bir moladan
sonra da tekrar konuşmaya başladı:
"Dinleri bu kadar büyük yapan şey, insanların onlara bağladıkları umuttur. İyi ve adil bir varlığa inanmak, insanları daha soylu
kılıyor. Tanrı sadece bir ideal, ama ideallerimiz varlığımızın iyi kısmı değil midir? Gerçek o kadar acınası, o
kadar zavallı ki! Tanrı’nın varolmadığı fikrinde insanı avutan birşeyler var.""
— Ernst W. Heine, Güvercinin Gerdanlığı Alamut’a Dönüş
|
21 Ekim 2014 Salı
Bilinmeyen' dedi Faxe'nin ormanda çınlayan yumuşak sesi,
'Önceden görülmeyen, kanıtlanamayan, hayat bunlar üzerine kuruludur. Cehalet düşüncenin temelidir. Kanıtsızlık eylemin temelidir. Tanrı’nın olmadığı kanıtlansaydı dinler olmazdı, ne Handdra, ne Yomeshta, ne de ocak-tanrıları, hiçbiri. Ama Tanrı’nın olduğu kanıtlansaydı da gene dinler olmazdı... Söylesenize, Genri, nedir bilinen? Kesin, tahmin edilen, kaçınılmaz olan sizin ve benim geleceğimize dair bildiğimiz tek kesin şey nedir?”
“İkimizin de öleceğimiz.”
“Evet, işte, cevabı olan bir tek soru var, Genri ve o yanıtı da zaten biliyoruz. Hayatı mümkün kılan şey sürekli, dayanılmaz belirsizliktir, yani bir sonra ne olacağını bilememek.(Karanlığın Sol Eli..Ursula Le Guin)
20 Ekim 2014 Pazartesi
OrdanBurdan
- 4. boyut uzay-zaman, 5. boyut uzay-zaman'daki tüm olasıklar, 6. boyut uzay-zamandaki tüm olasıkların olduğu 5. boyutun bükülmüş hali, 7. boyut evrenlerin paralelliği, başka evrenlerin de başka yasalara göre işlemesi...11. boyut membranlar. kuantum fiziği, atomaltı parçacıklar, kuarklar.......10-28 Ağustos tarihleri arasında başbakan cumhurbaşkanı, aynı zamanda genel başkan, Işıd kafalar kesiyor, orta doğu her zamanki gibi karışık, değişen hsyk tekrar değişecek, beğenmezsek anayasa maddesi değişecek(neyse ki gerek kalmadı)....karadelikler uzayın geometrisini bozmakla kalmıyor zamanın akışında da sapmalara neden oluyor...halk bankası GMnün evinde ayakkabı kutularında 4,5milyonUSD yakalandı, GM Balkan Üniversitesine yardım amaçlı aldığını ifade etti...kutunun içindeki kedi zehir çözündüğünde kedinin ölmesi şansı %50, kutu açılmadığında kedi hem ölü hem diri,,,Oysaki bir kamu personelinin evinde yüklü miktarda kendisine ait olmayan para varsa ya zimmet ya rüşvet durumu söz konusudur...Görelilik kuramına göre cisim hızlandıkça zaman yavaşlamaktadır...Tek sorunumuz esed...ama Esad kardeşimizdir....esed değil...Kpss kaldırılacak, gerek yok zaten defakto kamu kurumları kpsssiz eleman alıyor...Nikola Tesla, Phiadelphia Deneyi, Elektromanyetik jeneratörlerle zaman yolculuğu mümkün mü.. Peygamberimiz Benim huzuruma ne ile gelirseniz gelin affederim, ancak kul hakkı ile gelmeyin buyurmuştur....Daha uzaktan baktığınızda doğru sandığınız şeyin aslında bir eğrinin parçası olduğunu görürüsünüz...relatif......Okul Öürencilerinin kılık kıyafetlerine dair Yönetmelik de değişiklik yapılarak başörtüsü serbest hale geldi, fular, bere, şapka kullanılamaz, dövme veya makyaj yapılamaz...Bir holgram tek bir laser ışınının iki ayrı ışına ayrılması ile oluşur...Sizler yeni Türkiyenin geç evlatları yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz....(devam edecek...)
19 Ekim 2014 Pazar
Dönüp durursun geceler boyu
geceler boyu uykusuz
Geçen zamanda
her geçen gün biraz daha umutsuz
biraz daha çaresiz
Sıkışıp kalırsın zamanda
erken ağaran saçlar
belki habercisidir
erken gelenin
zamanından
her nefeste çektiğin
sigara değil
akıp giden zaman
içtiğin her duble
dolduramadığın hayatın
Çok ta afili hülyalar
kurmadın aslında
-hep basit ve özensizdi-
çabuk ulaşırım diye düşündün
aynı kalırım sandın
yanıldın
yanlış yer yanlış zaman belki
kırılganlığın için
ne demeli....
17 Ekim 2014 Cuma
YENİ BAŞTAN
Her şey yeni baştan doğuyor
Umutların sonsuz olduğu yerde
Hayal kırıklıkları
yatar
Gülüşlerin coşkusu altında
Ağlamaklı gözler
Her şey başladığı yere dönüyor
Mütemadiyen ve her
zamanda
Umursamazca yaşıyorsun
Bugünü hiç düşünmeden
Yarın hiç bitmeyecekmiş gibi
Her şey başladığı yere dönüyor
Vaadler dünün sadece
bir tekrarı
Yeni olan tek şey
Bu gün tekrar söylenmiş olması
Susarcasına kilitlenmiş düşünceler
Susarcasına kilitlenmiş diller
Sığmıyor kitapların mantığına
Ve insanların aklına
Öylesine bir çarkta
Her şey yeni baştan doğuyor
Her şey yeni baştan doğuyor
Umutlar hep aynı
Her sözde ve her
eylemde
Yarınkinden tek farkı
Bir gün öncesinden
dillendirilmiş olması
Tüm zamanlarda
Kahrolası kurallarla
Tekrar tekrar
oynanılması
Ankara 1990 e. K
14 Ekim 2014 Salı
YALNIZLIK
Yalnızlık
yalnızdır yalnızca
Ne çok fazla daha
Ne daha eksik
Olduğundan....
Yalnız
daha yalnızdır
kalabalıkta
olduğundan birbaşına
ve daha yalnızdır....
Yalnızın yönü yoktur
düşüncesi de...
yalnız hep aynı
noktadadır,
kendi ekseninde...
Yalnız
hem soğuktur,
hem sıcak
kendi ısısında...
Yalnız
ne mutludur
ne de mutsuz
kendi içselliğinde...
Yalnız
kendi rehberidir
yalnızlığının..
Yalnız
hem susan
hem bağırandır
kendisine....
Yalnız
hüzünlüdür,
hüzün yalnızdır...(e.k. 20/12/12)
RİYA
Acılar, yalanlar, ölümler,
ikiyüzlülükler dolu
Bir tiyatrodur hayat beklenir hep sonu
umutlu
Oysa hep yanıltır insanı beklendiği şekilde
Ve hep yanılmak ister insanoğlu kendi evreninde.....NE DEMELİ...
Söylenecek söz kaldı mı ki artık.....
duyarsızlık kelimesi bile az gelir
kalpleri taş kesmiş,
vicdanlarıyla değil çıkarlarıyla
düşünen insanlara ne demeli artık !
Bir can değil giden geziden bu yana,
ilk katlediliş değil , ilk emirden sonra
hala aynı mesafe var aramızda
Mısır'a, Suriye'ye uzanan elleriniz,
Eskşehir'e, İstanbul'a, Ankara'ya
Allah'ın selamını bile esirgedi..
Ne demeli şimdi,
aradan aylar geçti,
mevsimler, insanlar, ülke değişti,
ama siz......
ne demeli şimdi,
bunca hukuksuzluğa,
arsızlığa ve riyaya karşı,
yüreğim kanıyor ne demeli.....
SUSMAK...
Susmak
Bazen kabullenmektir,
Hiç bir şey demeden hayatı..
Bazen de
Reddetmektir,
Kendi sessizliğinde,
Hem de hiç bir şey demeden...
Susmak,
İç sesini dinlemektir,
Kendi içinde,
Kimse duymadan....
Ve sustuğunda bile,
Çok şey anlatandır,
Hiç bir şey anlatmadan...
Susmak,
Tek başına iken
Daha zordur kalabalıktan
Ondandır
Tüm serzenişler....
Susmak,
Bir tercih değil,
İfade biçimidir
Kendi dilinde...
Anlamak için de
Susmalıdır kendince...
Sustuğun kadar anlarsın,
Anlayabildiğin kadar susarsın.....
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)